Bir markette kasiyer olarak çalışan birinin attığı twitte yaşlı bir amca soruyordu bu soruyu. Her gün birkaç domates ve ekmek alan amca bir gün tavuk almak için kasaya geldiğinde onun 19 TL olduğunu öğrenip tavuğu alamamış ve bu soruyu sormuş, biz tavuk yiyemeyeceğiz öyle mi?
Bu amca gibi 1 milyara yakın insan günlük temel kalori miktarının altında besine ulaşabilmekte ve yaklaşık 2 milyar insan ise temel vitamin ve minerallerin eksikliğini yaşamaktadır. Bu çerçevede yeterli kaloride besine ulaşabilen insanların ulaştıkları besinlerin kalitesi, genetik yapısı, insana ve çevreye zararları, sürdürülebilirliği ise mevzu bahis dahi değil. Halbuki yeterli beslenme hakkı, doğuştan var olan, insanlık onuruna ayrılmaz şekilde bağlı ve devlete sorumluluklar yükleyen temel bir haktır. Bu hak İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin 25. maddesinde ve Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar (ESKH) Uluslararası Sözleşmesi’nin 11. maddesinde düzenlenmiş ve bu sözleşmeler uluslararası iş birliği gözetilerek temel yaşama standartları için ulusal tedbirleri alma konusunda taraf devletleri yükümlü kılmıştır.
Bu kapsamda Birleşmiş Milletler ESKH Komitesi ‘Yeterli Beslenme Hakkı’ başlıklı 12 No’lu Genel Yorumu’nu hazırlamıştır. Bu yorumda yeterli beslenme hakkı; hem şimdi yaşayan insanların hem de gelecekte yaşaması muhtemel insanların beslenme hakkının sağlanması gerektiğini yani beslenme hakkı için gerekli gıdanın sürdürülebilir olmasını, ilgili gıdanın bireyin tüketim tercihlerine uygun olarak beslenmesi için yeterli olmasını ve tüm dezavantajlı gruplarda dahil olmak üzere bireylerin temel ihtiyaçlarına halel getirmeksizin gıdaya ulaşabilmeleri için elverişli olmasını kapsamaktadır. Sözleşmeye taraf devletler bu hakkı; kişilerin ilgili gıdalara erişimi için engel olmama yani saygı duyma, insanların besine ulaşmasına engel olmaya yönelik riskleri engelleme ve insanların kaynaklara erişimini kolaylaştırma yükümlülükleri ile korumaktadır. Gıdaya erişim konusunda özellikle üzerinde durulan hususlardan biri de taraf devletlerin hem kendi içlerinde belli gruplara hem de diğer ülkelere ambargolar aracılığıyla ve Dünya Bankası ile IMF’nin geri ödeme politikalarında gıdanın politik veya ekonomik bir baskı aracı olarak kullanılamayacağı hususudur.
Bu yükümlülüklere uymayan devletlere karşı, bahsedilen hakları ihlal edilen kişi ve grupların bu kapsamda etkili hukuk yollarına başvuru hakkı tanınması, tazminat ve tekrarlanmayacağına dair teminat hakkı yine ilgili yorumda ifade edilmiştir. Bu kapsamda devletin en önemli görevi, besin kaynaklarının korunması, etkin kullanımının sağlanması, sağlıklı üretimin teşviki ve tüketime yönelik adaletin tesisi için gerekli politikaların oluşturulması ve gerekli idari tedbirlerin alınması gibi yükümlülükleri içermektedir. Bu yükümlülüklerin yerine getirildiği bir devlette ise açlığın mümkün olmayacağı tahayyül edilmektedir.
Tüm bu yükümlülük ve tedbirlerin yanında etkili bir hukuki başvuru yolu tanınmaması, hukukçuları ilgili düzenlemeleri emredici hukuk kuralları yerine göstermelik politik hedefler olarak yorumlamak zorunda bırakmaktadır. Bu kapsamda etkili geri dönüşüm ve sulama düzenlemeleri olmaması nedeniyle ekilebilir toprakların azalması, içilebilir su kaynaklarının ticarileşmesi veya enerji üretiminde kullanılarak içilemez hale gelmesi, tohumların patent ve sertifikasyona tabi tutularak GDO’lu tohumların yaygınlaşması, iklim değişikliği, deniz kirliliği ve yanlış avlanma nedeniyle balıkçılığın zayıflaması ile her gün yüz yüze gelmemiz ve tüm bunların yanında birde ulus aşırı şirketlerin tüm dünyayı sermaye stoku olarak algılamasının etkin ve caydırıcı hukuk düzenlemeleri ile karşılaşmamasının da bu yorumu haklı çıkarır nitelikte olduğunu görüyoruz.
Dünya’da 1 milyara yakın insanın çölleşme ve kuraklıktan etkilendiği, çölleşme riski olan ve önlem alınmayan bölgelerin ise halihazırda dünya nüfusunun üçte birini beslediği bilinmektedir. Böyle bir ortamda birde dezavantajlı grupların gıdaya erişimini düşünmekte fayda var. Yerli halklar, mülteciler, tarım işçileri, kadınlar, çocuklar, yaşlılar ve engellilerin gıdaya erişimi görece gıda erişiminin olduğunu düşündüğümüz bölgelerde dahi problemlidir. Bu durumda uluslararası sözleşmelerde bahsedilen hakların yaptırımla desteklenmesi veya bu hak temelinde yeni uluslararası hukuk mekanizmalarının inşası, gıda hakkının iç hukukta açıkça yer bulması, destekleyici sistemlere yönelik yasal zeminin oluşturulması, hak sahiplerinin başvuru mekanizmalarından haberdar edilmesi ve gerekli idari tedbirlerin sağlanması elzemdir. Bu tedbir ve eylemlerin kaynağında ise temel bakışı anayasa yansıttığından ve mevcut anayasamızda bu hususta herhangi bir hüküm bulunmadığından birkaç örnek vermek faydalı olacaktır. İlki Türkiye’nin 1961 tarihli anayasasının 61. Maddesi; ‘Devlet, halkın gereği gibi beslenmesini, tarımsal üretimin toplumun yararına uygun olarak artırılmasını sağlamak, toprağın kaybolmasını önlemek, tarım ürünlerine ve tarımla uğraşanların emeğini değerlendirmek için gereken tedbirleri alır.’ hükmü olup hem tarım hem de gıda erişimine dair politikaların temelini oluşturmaktadır. Yine bu anlamda İsviçre Konfederasyonu Federal Anayasası’nın 12.maddesi “Darlık durumunda olan ve kendi ihtiyaçlarını karşılayamayan kimselerin insan onuruna yaraşır bir varoluş için vazgeçilemez araçlara sahip olma hakkı vardır.” hükmünün temele insan onurunu alan bakışının önem arz ettiğini düşünüyorum. Bu düzenlemelerin sosyal devlet olmanın bir gerekliliği olduğunu, sosyal devletin ise insanların onurlu bir yaşam için asgari ihtiyaçlarının karşılanmasına yönelik gerekli sistemleri oluşturması gerektiğini hatırlatmakta fayda var. Herkesin ama özellikle de dezavantajlı grupların beslenme, barınma, kıyafet, eğitim ve sağlık gibi temel ihtiyaçlarına ulaşımda sorun yaşamadığı bir dünya ümidi ile.