Bir piyasa oyuncusu mu, planlayıcı mı, her şeyin sahibi mi, düzenleyici mi, hakem mi? Takip ettiğimiz ideoloji ve ekonomik bakış bu cevaplardan birini seçmemizi sağlıyor.
İktisadi Regülasyon’un tarihinden bahsedebilmek için kabaca iktisat tarihinden bahsetmek gerekiyor. Bu anlamda Adam Smith’in yoğun eleştirilerine maruz kalan Merkantilizme yer vermek gerekir. Kısaca devletin ekonominin içerisinde bir oyuncu olarak yer aldığı, güçlü devletin güçlü tacirler yaratabileceği ve tüccar devlet ilişkisinin kazan kazan modeli üzerine kurulduğu bir dönem. Tacirlerin savaşları finanse ettikleri, devletlerin de tacirlere yeni pazar ve ham madde kaynakları açtıkları bu dönemde bu yolla yapılan dış ticaretle sermaye birikiminin sağlandığı ve bu durumun bütün dünyaya hakim olma güdüsünde olan devlet-tacir ortaklıkları doğurduğunu görüyoruz.
Adam Smith’te tam olarak bu hususları eleştirerek kaynakların dağıtılması konusunda devletin rolünün minimum olması gerektiğini ifade etmiş. Ondan etkilenen J. S. Mill’de “bırakınız yapsınlar” diyerek özel teşebbüsün serbestleşmesini ve bu hususta devlet müdahalesi olmaması gerektiğini ifade etmiştir. Bu klasik liberal bakış, rekabetin ve insanların kar güdülerinin etkinlik sağlayacağı ve bunun toplumsal refahı arttıracağını kabul etmekle insanların çıkarlarına dayalı etkinliğin adeta bir görünmez el gibi piyasayı düzenleyeceğini ifade etmektedir.
Ancak 1929 tarihli büyük buhran, piyasanın her zaman çıkarların dengelendiği ve maksimum toplumsal faydanın sağlandığı bir ortam olmadığını göstermiş, piyasa aksaklıklarının olabileceği kabulü ile yeni bir dönem başlamıştır. Bu dönemde J. M. Keynes, serbest piyasa ve özel girişimi ideal düzen olarak kabul etmekle beraber devletin kamu harcamaları ile arz yaratabileceğini ve bazı ekonomik müdahalelerle aksaklıkları gidermesi gerektiğini ifade etmiştir. “New Deal” olarak ifade edilen bu süreçte devletin iktisadi etkinliği arttırılmış ve krizin yarattığı işsizlik gibi sorunlar çözülmeye çalışılmıştır.
İkinci dünya savaşı sonrasında idareye tanınan geniş yetki etkin yargısal denetimle dengelenmişse de düzenleme süreçlerinin etkinliği tartışılmaya devam etmiştir. Ancak Şikago okulu mensubu akademisyenlerin de öncülüğünde 70’lerden itibaren ABD’de başlayan devletin işletmeci olduğu sektörlerden çekilmesi, etkin olamayan regülasyonların kaldırılması, regülasyon maliyetinin toplumsal fayda göz önünde bulundurularak istenmeyen sonuçların önlenmesi ve çeşitli isimlerle oluşturulan düzenleyici programların konsolide edilmesi yani deregülasyon süreci yaşandı. Ancak bu devleti tamamen ekonominin dışına itmedi. Devlet teşebbüs olmaktan vazgeçerek, hakem rolüne soyundu, bu kapsamda piyasa aksaklıklarının giderilmesi ve tam rekabet durumunun tesisi için toplumun tüm kesimlerini dikkate alan düzenlemeler yaparak bunların şeffaflıkla uygulamasından sorumlu oldu. Adam Smith’in görünmez elinin uzanamadığı yerde kurallar görünmez el oldu da diyebiliriz sanırım. 2008 krizi sonrasında serbest piyasa sisteminin çalışmadığı iddia edilse de piyasa aksaklıklarının olabileceğinin kabulü ile düzenleyici kurumların işlevlerinin doğru kurgulanarak piyasa aksaklıklarının erken tespiti ve uygun düzenlemelerin yapılmasının önemini gösterdiği de öğretide sıklıkla ifade edilmektedir.
Piyasa mekanizmasının ideal düzen olduğu varsayımı temelinde ekonomik regülasyonun kabulünü savunan teorisyenler için devletin yalnızca kalıcı piyasa aksaklıklarına müdahalesi ideale en yakın iktisadi düzendir. Şikago iktisatçıları; kamu tercihi, para politikası, politik ekonomi, vergi ve regülasyon üzerine yoğunlaştıklarından özellikle siyaset bilimi ve hukuk alanlarına dönüştürücü bir etkide bulundular.
Şikago okulunun bugün isimleri sıklıkla anılan temsilcilerinin öncülleri Keynesten önce Keynesyen diye ifade edilebilecek bir bakışla ekonomide etkili olmuşlardır. Döneminin klasik liberal söyleminin aksine büyük işsizlik ve deflasyonla mücadele için bütçe açığı modelini dile getirenlerde yine bu okulun 1900lü yılların başındaki temsilcileri olan Frank H. Knight, H. Calvert Simons ve Jacop Viner olacaktır.
Bu öncül temsilcilerden en bilineni Henry Simons, büyük buhran döneminde iş dünyasının güveninin yeniden tesis edilmesi gerektiğini vurgulamış, ekonomik canlanma için bütçe açığına dayalı harcamaları ve vergi indirimlerini savunmuş ancak bunalım dönemleri dışında güçlü bir serbest piyasa ekonomisi savunucusu olmuştur.
Makro ekonomide parasalcı modelin kurucusu olarak bilinen Nobel ve daha birçok saygın ödül sahibi iktisatçı Milton Friedman, “parasalcılık” olarak bilinen alternatif bir makroekonomik düşünce inşa etmiştir. Bu kapsamda istikrarlı para arzının sorun çözücü bir politika olduğunu savundu. Para politikası , vergilendirme , özelleştirme ve deregülasyon ile ilgili fikirleri ile bütün ülkelerin ekonomi yönetimlerini etkiledi. Hocası H. Simons’dan öğrendiği “para yönetiminde sürekli kuralların durumun gereğine göre alınan kararlardan daha etkili olduğunu ve ekonomik yönetimde otoriteler yerine kuralları tercih etmek gerektiği” kuralını benimsedi. Ekonomik özgürlüklerle siyasî özgürlükler arasındaki bağın tespitiyle ticaret, refah, işsizlik gibi konularda iyi niyetli devlet müdahalelerinin nasıl kötü sonuçlara yol açtığını ifade etmiştir.
Okulda aynı dönemlerde makro iktisat alanında Friedman’ın ününe benzer bir ünde başka bir Nobel ödüllü iktisatçı George Stigler bulunmaktaydı. Sanayi iktisadı alanındaki çalışmaları ile mikro iktisat alanında bir duayendi. “Friedman dünyayı kurtarmak istiyor ben ise bunu anlamaya çalışıyorum” diyerek iktisadi olayların nedeni üzerine çalışmaya başladı. Çıkar grupları ve diğer siyasi katılımcıların, yasaları kendileri için yararlı olacak şekilde şekillendirmek için hükümetin düzenleyici ve zorlayıcı yetkilerini kullanacağını söylemiş ve İktisadi Regülasyon Teorisini geliştirmiştir. 1962’de Claire Friedland ile özellikle elektrik sektörü örneği üzerinden ampirik verilerle regülasyonun sebep ve sonuçlarını inceledikleri makalesi çok ses getirdi. Bu makale, hukuk ve ekonomi bağlantısına dair önemli bir tespit cümlesi ile başlıyordu. “Devlet bir şeyin yapılmasını yasaklayarak veya emrederek, finansal kaynak sağlayarak veya yükümlülükler getirerek dilediği endüstriye yardım edebilir veya zor durumda bırakabilir.” Bu kapsamda regülasyonların nihayetinde baskı gruplarının gücüne göre meclislerden çıktığını ve piyasadaki güçlü firmalar tarafından şekilleneceğini bu yönüyle de düzenlenmiş sektörlerde ki fiyatların tekel piyasalarına benzeyeceğini ifade etmişlerdi. Bunun yanında ekonomik regülasyonun diğer bir amacının ise rant yaratmak ve bunun siyasi getirilerine uygun olarak dağıtımını olduğunu tespit etmiştir. Çözüm olarak ise kural ve önlemlerin en kötü olasılık baz alınarak uzun vadeli kurgulanması ve bunun şeffaflıkla takibini sunmuştur. Çalışmaları nedeniyle birçok hukukçuya da ilham kaynağı olmuştur.
Bu hukukçulardan olan Richard Posner, 1973’de Hukukun Ekonomik Analizi isimli kitabını yayınladı. Burada düzenleyici otorite ile düzenlenen firmalar arasındaki etkileşimde her zaman firmaların kazandığına dair tespiti eleştirdi. Siyasi süreçlerde ki tek politik baskı grubunun firmalar olmadığını ve olayın özelliğine göre tüketicilerin de galip gelebileceğini tespit etti. Politikacıların piyasada pasif durumda olması gerekirken düzenlemeler yoluyla rant yaratma ve dağıtma peşinde olmalarını eleştirmiş, bunun sosyal barışa zarar verdiğini ifade etmiş ve düzenlenmiş fiyatlama sistemlerine dair bir teori ortaya koymuştur. Her konuyu verimlilik üzerinden okuyan Posner, “Adaletin en yaygın anlamı verimliliktir, çünkü kaynakların kıt olduğu bir dünyada israf en büyük adaletsizliktir.” diyerek Şikago iktisat okulunun felsefi bakışını hukuk alanına uygulamıştır.
Gary Becker ise ırk ayrımcılığı, suç, kürtaj, aile, beşeri sermaye ve bağımlılık da dahil olmak üzere sosyolojide araştırılmış konuları faydacı bir bakış açısı ile iktisadi olarak analiz eden Nobel ödüllü bir iktisatçıydı. Bu anlamda çığır açıcı olarak nitelenen “Hayatın İktisadı” isimli çalışmasında Becker hayattan örnek olayların çoğunun iktisadi analizini yapmış ve örnek olaylara piyasa ilkelerini uygulamıştır. Örneğin; suçlular da herkes gibi teşviklere tepki verir diyerek ağır hapis cezaları ve yüksek mahkûmiyet oranlarının ekonomik etkilerinin bir suçlunun işlediği suç üzerinden oluşacak ekonomik menfaati ile karşılaştırılmasının suçluluğu azaltacağını ifade etmiştir. Regülasyonla ilgili bakışında ise şu sorunun cevabını aramıştır “Neden devlet regülasyon yapmak yerine doğrudan rantı ilgililere dağıtmıyor?” Rantı doğrudan dağıtmanın etkin olmadığını, politik süreçleri etkilemek isteyen baskı grupları arasındaki rekabetin politik nüfuzu arttırdığını tespit etmiştir.
Bu çalışmaların tamamını değerlendirerek ekonomik regülasyon teorisini sistemleştiren isim ise Sam Peltzman olmuştur. Regülasyon arzı ile rant talebi arasında bir politik denge olduğunu ifade etmiş, politikacıların her rant dağıtımı durumunda veya politik destek gerektiren durumlarda açılan hipotetik bir ihalede verilecek tekliflere göre çıkar grupları arasında bir denge oluşturduğunu ifade etmiştir.
Regülasyona dair tüm eleştirileri ile birlikte deregülasyonu savunan Şikago iktisatçıları, piyasa aksaklıklarının ancak daha az, basit ve uzun vadeli düzenlemelerle çözülebileceği ve bunun verimliliğe, kaliteye ve fiyatlara olumlu katkıda bulunabileceğini ifade etmişlerdir. Son söz olarak bu okulun özellikle düzenlemelerin yapılma şekli ve etki analizlerine dair çıkarımlarının yol gösterici olması gerektiğini ifade etmeliyim.