Teşhir etme, sonucunda şöhret olma ve dikizleme kültürüne ilişkin Boudrillard’ın Simülarklar ve Simülasyon isimli kitabında bahsettiği 1971 yılında bir televizyon programı için hayatları tüm çıplaklığı ile kameralarla gözetlenen Loud ailesine değinmekte fayda olduğunu düşünüyorum. Loud ailesi, “Antikçağ kurban törenlerinde yapıldığı gibi medyumun ışıkları altında yüceltilmek ve öldürülmek üzere seçilmiştir. Modern yazgı işte budur. Kokuşmuş, çürümüş site toplumları artık Tanrıların gazabına uğramamaktadır. Çünkü bir kamera objektifi, tıpkı bir lazerin yaptığı gibi yaşanan gerçekliği öldürebilmek için onu parçalarına ayırmaktadır.” Loud ailesi 300 saat boyunca kendi yaşamlarına kamera önünde devam etmiş, tüm mahremlerini ortalama 20 milyon Amerikalı izleyici ile paylaşmış ve sonunda programın yönetmeninin de ifade ettiği gibi boşanma ile dağılarak ailelerini ‘şöhret tanrısına’ kurban etmişlerdir.
Yine Bauman’ın “Gizlilik, Mahremiyet, Samimiyet, İnsan Bağları ve Sıvı Modernite’nin Diğer İkincil Hasarları” başlıklı makalesinde ifade ettiği gibi, “Kişi sırlarını birkaç “çok özel” insanla paylaşıp diğerlerinden sakladığında, dostluğun ağları örülür, kişinin “en yakın dostları” belirlenir ve korunur, sonsuz karşılıklı sözler verilir ve sorumluluklar üstlenilir; hatta bağlılıklar için belirsiz ve geri çekilme koşullan olmayan boş sözleşmeler imzalanır.” En mahrem sırlarımızı ifşa ettiğimiz sosyal medya arkadaşlarımız veya takipçilerimiz için şartları belirsiz bir sözleşmeye imza atar mıyız? Günümüzdeki bu mahremiyet krizi, insanlar arası bağların zayıflaması ile yakından alakalı. Alain Touraine, “İletişimin öznelerarası dil mübadelesi ile değil, bağımlılık ve iş birliği ilişkileri içinde gerçekleştiğini” belirtir. Bu açıdan bakınca günümüzde ortadan kalkan gizlilik; bağımlılık ve iş birliğini ortadan kaldırmakta ve iletişim imkansız hale gelmektedir. İletişimin olmadığı bir ortamda da daha önce bahsettiğimiz Habermas’ın deyişiyle kamusalın yeniden ve doğru şekilde inşası mümkün olamamaktadır.
Yine Thomas Szasz’ın “Ikinci Günah” adlı kitabında gözlemlediği, “Geleneksel olarak seks çok özel ve gizli bir eylemdi. Belki de insanları birleştirmekteki gücü burada yatıyordu. Biz seksi daha az gizli kıldıkça, erkek ve kadını bir arada tutma gücünü ortadan kaldırma ihtimalimiz var.” durumunu bugün Tinder ilişkilerinde gözlemliyoruz sanıyorum. Bunun yanında Zygmunt Bouman “Gizlilik, Mahremiyet, Samimiyet, İnsan Bağları ve Sıvı Modernite’nin Diğer İkincil Hasarları” başlıklı makalesinde ileri modern kültürel devrimin tetikleyicisi olan anı tespit etmek isteyen Alain Ehrenberg’e atıfla şu olayı anlatır. “Sıradan bir Fransız kadını” olan Vivienne, bir televizyon talk şovunda, yani milyonlarca izleyicinin önünde, kocası Michel’in cinsel sorunları olduğunu ve tüm evlilik hayatı boyunca kendisinin hiç orgazm yaşamadığını açıklamıştı.” 80’lerde Fransa’da bir akşam yayınında olan bu olay, tamamen özel alan içerisinde kalan bir olayı kamu alanına taşımış ve öznel bir deneyimin kamunun tüketimine sunulması ile sonuçlanarak modern kültürel devrimi tetiklemiştir. Sonrasında ise yine Bouman’a göre bilgi otoyolu olan internet aracılığı ile teşhir ve gizliliğin ölümü hızlanmıştır. Bilgi otoyolu metaforuna ithafen insanları yeni otoyolların yeni arabalar almaya ve o otoyolda hız yapmaya teşvik edildiğini ifade eder ve iletilerin hedefinin bu tip bir otoyolda acele eden ve gaza basan araçlar, özünde ise insan ilgisi olduğunu söyler. Bu bakış açısıyla bakıldığında insanlar yeni araçları ile insan ilgisine mazhar olmak için daha ilginç, daha mahrem ve daha hızlı içerik üretmek ve ayakta kalmak zorundadır.
İnsanın iletişim ve ilişki biçimini kökten bir değişime uğratacak olan mahremiyetin sona ermesi, insanı yalnızlaştırmaktadır. Sosyal nörolog John Cacioppo’da tam bu noktada devreye giriyor ve insanda yalnızlık hissinin, başkalarıyla ilişkilerini koruma yönünde adım atması amacıyla geliştiğini ve kendimizi yalnız hissettiğimizde başka insanlara yöneldiğimizi söylüyor. Yani kararında olduğunda sosyal ilişkilere iyi geldiği bile söylenebilir. Sanal ilişkilerin yoğunlaşması bireyin yalnızlığını fark etmesine engel olup onu tabiri caizse kalabalıklar içerisinde (binlerce takipçisine rağmen) yalnız bıraktığında ne olacak? Toplumsal bir varlık olan insanın yalnızlık hissinin nedeninin sosyal ilişkilerinin niceliği değil, niteliği olduğunu zaten L. A. Peplau ve D. Perlman, 1984’te deney bulgularını değerlendirdikleri “Yalnızlık Araştırması” makalesinde örneklerle tespit etmişler. Sanal ilişkilerle tatmin olamayan insan psikolojik olarak zorlanacak ancak yalnız olduğuna ilişkin farkındalığı sanallık nedeniyle görünemediğinden ve bir tercih olmadığından bu durum yaratıcı güce değil kişiyi bunalıma yönlendirebilecektir.
Aksi yönde Oxford Üniversitesi’nden nöro bilimci Susan Greenfileld, insan beyninin plastisite olarak ifade edilen önemli bir özelliğinin çevresel değişikliklere uyum göstermesi olduğunu, bu özellik sebebiyle beynimizin dijital değişime de uyum sağlayacağını vurgulamış ve dijital iletişimin egemen olduğu bir dünyada gittikçe yüz yüze iletişimin rahatsız edici olabileceğini söylemiştir. Bu bakış açısı ile değerlendirdiğimizde ise her dönüşüm sürecinde olduğu gibi mahremiyetin sona ermesi insan ilişkilerini kökünden etkileyecek ve dönüşüm sürecinde yaşayan insanların sosyalliği bundan zarar görecek ancak dönüşüm sonunda kendi sosyalliğini yaratacaktır. Kısaca devrim kendi çocuklarını yiyecek ama sonunda belki onların çocukları mutluluğu yakalayabilecektir.