Özgür irade kavramı genel anlamda, kişinin eylemlerini, arzu, niyet ve amaçlarına göre kontrol altında tutabilme ve belirleme gücü olarak tanımlanabilir. Özgür iradenin varlığı hususunda; psikoloji, felsefe ve nörobilimin uzun yıllardır yanıt aradığını ve hala tartışmaların devam ettiğini söyleyebiliriz. Bu kavram felsefenin her döneminde Stoacılar, Platon, Aristoteles, Farabi, Aquinas, İbn Tüfeyl, Hobbes, Descartes ve Kant gibi en önemli felsefi figürler tarafından ele alınmıştır. Tüm bu büyük fikirler doğrultusunda son dönemde üzerinde geniş çapta hem fikir olunan üç iddia geriye kaldı. Birincisi, özgür iradenin aksini yapma özgürlüğü ve kendi kaderini tayin etme gücü olarak iki yönü olduğuydu. İkincisi, özgür iradeden bahsedebilmek için, özgür bireyin bu irade açıklamasının ahlaki sorumluluğunu alabilmesi ve/veya ceza verilebilir (ceza ehliyeti) olması gerektiğidir. Üçüncüsü ise, determinizm (evrende gerçekleşen olayların çeşitli bilimsel yasalarla belirlenmiş olduğunu ve bu belirlenmiş olayların gerçekleşmelerinin zorunlu olduğunu öne süren öğreti) sonucu özgür iradenin bir yanılsama olduğu tezidir. Özgür irade ile ilgili felsefi tartışmaların detaylı ve kronolojik özetine Stanford Üniversitesi Felsefe Sözlüğünden online olarak ulaşılabilmektedir.
Özgür iradeye dahil olan kontrol sorununa; nedensellik, doğa kanunları, zaman, madde, eylemin sonuçları ve ontolojik nedenleri değerlendirilerek yanıt aranmaktadır. Bizim konumuz dahilinde en çok üzerinde durmamız gereken husus sanıyorum nedensellik. İnsan sayısız nedensel etkiye maruz kalır. İçsel ve dışsal bu etkiler doğrultusunda da eyleme geçer. Nöro psikiyatri alanında yaptığı çalışmalarla bilinen Kaliforniya Üniversitesi’nden Benjamin Libet, eylemin doğuşunun bilinçsiz bir sinirsel işlem içerdiğini, bilincin ise beyin aktivitesinin bir sonucu olduğunu, bilincin beyinde işleme neden olmadığını ileri sürmektedir. Yani özgür iradenin istemli eylemi başlatmadığını, fakat süre giden eylemi kontrol edebilen bir araç olduğunu yaptığı deneylerle göstermektedir. Yani özgür irade bir farkındalıktan öte değildir.
Veya David Eagleman’ın Beyin isimli kitabında verdiği şartlı tahliye kurulu örneğini değerlendirelim. Şartlı tahliye için suçu ve ceza süresi tamamen aynı olan iki mahkumdan birinin öğle yemeğinden hemen önce kurul önüne çıktığında tahliyesi kabul edilmezken, yemekten sonra gelen mahkumun tahliyesi kabul edilmektedir. Bu konuda yapılan araştırmalarda çıkan oranlar ise yemekten sonra tahliye verilme şansının yüzde 65’ken yemekten önceki oturumda bu şansın yüzde 20 olduğuydu. Farklı ihtiyaç ve öncelikler örneğin kandaki şeker oranının düşmesi, kişilerin tamamen mahkuma bağlı bir nedensellikle karar verdiklerini düşündükleri bir ortamda iradelerini sakatlayabilir ve kişilerin mahkumiyetini uzatabilir.
Ancak ilk örnekte olduğu gibi içsel veya ikinci örnekte olduğu gibi dışsal etkilerle kararlarımız bizim elimizde olmayabilecek olsa da o kararların dayandığı temeller vücudumuza, eğitimimize, çevremize, yaşadıklarımıza bağlıdır ve tüm bunlar nedenselliği etkiler, tıpkı tüketim alışkanlıklarımızın evriminde maruz kalınan reklamların etkisi gibi. Nörobilimden yararlanan yeni medya teknolojileri kişilerin satın alma davranışları üzerine çalışmaktadır ve bu davranışın oluşmasını etkileyen sosyal ve psikolojik nedenleri araştırır, denek müşterinin ürün ya da hizmet karşısında kalp atışı, nabız ritmi veya başka biyolojik değişimler yaşayıp yaşamadığı tespit edilir ve bu tespitler etrafında müşterinin keyif duyacağı ve beyninin ürünü tüketme kararını vereceği bir strateji üzerine reklam, pazarlama ve satış yapılır. Biz ise ürünü bu yönlendirmelerle aldıktan sonra kendimize rasyonel sebepler sunarak özgür irademiz olduğuna ilişkin bir farkındalık oluşturmak isteriz.