Nişanyan Sözlükte geçtiği üzere teşhir, şöhret kelimesinin de kökeni olan Arapça “shr” kökünden türemiş bir kelime ve gösterme, belli kılma, halk önüne çıkarma gibi anlamlara gelmektedir. Dikizleme ise, dikkatle ve görünmeden bakmak, gözetlemek gibi anlamlara geliyor. Hal Niedzviecki “Dikizleme Günlüğü” kitabında bedenin özelden çıktığı ve kamusallaştığı, mahrem alanın gözetleyen tarafından gözetime tabi tutularak meşru kılındığı, mahremiyet sınırları içinde bireyin hem röntgenci, hem teşhirci hem de muhbir olabilmeyi başarabildiği bu dönemi, “Dikizleme Çağı” olarak adlandırmaktadır. Yine Emanuel Dimas de Melo Pimenta’nın, online olarak kendi sitesinde erişime açmış olduğu “Low Power Society” kitabında da tespit ettiği gibi, “Farklı ülkelerde milyonlarca web kamerası, farklı farklı insan gruplarının en samimi görüntülerini gerçek zamanlı olarak yayınlamaktadır. Birdenbire, daha önce casusluk hedefi olarak görülen özel durumlar, mahremiyeti ve yakınlığı önemsiz gören milyonlarca insan tarafından cömertçe sunulmaya başlanmıştır.” Mahremiyet ve yakınlık yerini Niedzviecki’nin de söylediği gibi dikizleme kültürüne bırakmış görünüyor ve yukarıda bahsettiğim kitabının giriş bölümünde bunun yaşla veya kültürle de ilgili olmadığını, “Teknolojinin gelişmesiyle birlikte kendimizi birdenbire dikizleme kültürünün içinde bulduk. Bu kültürün, farklı kuşakları, farklı şekilde etkilediği gerçeğini yok saymak ise elbette tehlikeli bir saflık olur. Dikizlemek sadece 20’li yaşlardaki gençlere has bir olgu değil. Daha eski kuşaklar temeli kendini teşhir etmeye dayanan bu narsist dürtünün nereden geldiğini merak ederken, bir de bakıyorlar ki bir Facebook hesabı edinmişler bile! Bu açıdan düşünüldüğünde, kuşaklar arasında farklılık birdenbire yitiriyor anlamını. Sonuçta hepimiz ‘Dikizleme Kültürü’nün bir parçasıyız. Dahası, o kültür biraz da bizim katkımızla bu kadar hızlı gelişiyor; çünkü hepimiz kendimizi ve komşularımızı gözetlemeyi sever olduk.” cümleleri ile aktarıyor. Peki bu sevginin altında ne yatıyor?
Bireyin içindeki çocuğa hitap eden beğenilme, takdir görme, dikkate alınma gibi hisler günümüzde en kolay sosyal medya mecraları aracılığı ile tatmin edilmektedir. Bu gösteri dünyasında ise imgeler, imajlar ve algılar gerçekliğin önüne geçmektedir ve bunların var olabilmek için görülebilmeleri gerekir. Bu görülme ihtiyacı ise yine güvenlikle ilgili olabilir. Bu konuda Crispin Sartwell, “Edepsizlik, Anarşi ve Gerçeklik” adlı eserinde “İmgeler güvenlidir. Hayalimde, imgeler dünyasında hem dehşet verici suçlar işleyebilir hem de masum kalabilirim. Uçurumdan aşağıya atlayabilir ama dibe vurmadan gerçeğe dönebilirim. Hiç kimse bir patlamayı gösteren bir resmi seyrederken parçalara ayrılmaz. Dolayısıyla, eğer deneyimlediğim haliyle dünya bir imge olsaydı, güvende olurdum. Ve dünyayı ne kadar bir imge olarak görme ihtiyacı duyuyorsam, o kadar dünya tarafından tehdit edildiğimi hissediyor, bütün tehlikeleri o kadar tahammül edilmez buluyorum demektir.” diyerek yine gerçeklikten imgelere kaçan insanın, sanala yani güvenli olana sığındığını ifade etmektedir. Bu sanallık, yanında hızı getiriyor hız ise unutma ve uyuşmayı. Yavaşlık düşünmeye imkân verir, düşünen birey ise dünyanın gerçekliği ile yüzleşmekte ve kendini bir kaosun tam ortasında bulmaktadır. Bu kaostan kaçış ise uyuşmaya, takip etmeye ve iyi bir tüketici olmaya neden olmaktadır.
Yine sosyal mecralarda anonim kalabilme veya görülmeye ilişkin bildirimlerin olmaması ise dikizleme için kolaylık sağlamakta ve insanın merak duygusunu tatmin etmektedir. Görme ve görülme insanın haz talebini karşılamakta, bunun üzerinden üretilen ihtiyaçların karşılanması bir eğlence kültürü doğurmaktadır. Bu eğlence ve paylaşım kültürü ise içerik üretmek, dikkat çekmek, like almak ve takip edilmek gibi bir döngüyü amaçlamaktadır. Derek Thompson, Hit Makers isimli kitabında Facebook’un temelde yaptığı işi “esas olarak tanımadığı bir kitleyi, onlara bir ücret ödemeden veyahut işe almadan, içerik paylaşmaya teşvik etmek” olarak nitelemiştir. İnsanların beğenilme, merak etme, sevilme, alkışlanma ve sair ihtiyaçlarını yöneterek karşılığında çok küçük bir kısmı (influencerlar) dışında ücret almaksızın insanların umutla yeni şeyler ürettiği ve sistemi ayakta tuttukları bir düzen oluşturmuştur. Bu düzende insanların bir gün influencer olabilmek veya arkadaşları arasında daha popüler olabilmek maksadı ile yaptıkları cüretkar paylaşımlarla ilgili sosyal medya algoritmasının o kişiyi daha da iyi tanımasına imkan verdikleri ve her halükarda kasanın kazandığı bir sistem. Sosyal medya üzerinde arkadaşları ile iletişim kuran, sürekli ‘paylaşım’da bulunarak kendini hız nehrinde var eden, en mahrem ilişkilerini dahi orada arayan insan Maksim Gorki’nin Amerika seyahatinde söylediği “Amerikalılar tuhaf insanlar. O kadar neşesizler ki, eğlenmeden duramıyorlar.” sözlerini hatırlatmaktadır. Peki bu durumda inşa edilen merak duygusu ve sanal eğlence bir cambaza bak oyunundan fazlası mı?